Prof. Dr. Meltem Demirkıran

Nöroloji Uzmanı

(Beyin ve Sinir Hastalıkları)

Tanı ve Tedaviler

Image

Prof. Dr. Meltem Demirkıran

1988 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, Gaziantep Şehit Kamil Sağlık Ocağı ve Çocuk Hastanesi’nde pratisyen hekim olarak zorunlu hizmetini yerine getirdi. 1990 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalında uzmanlık eğitimine başladı ve uzmanlık tezini Multipl Skleroz (MS) üzerine tamamlayarak Nöroloji uzmanı ünvanı aldı. 1994-1995 yıllarında ABD’deki Baylor College of Medicine’de, dünyaca ünlü nörolog Prof. Dr. Joseph Jankovic ile Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları alanında klinik eğitimi aldı ve bu merkezde Dr Jankovic ile bir yıl boyunca “Movement Disorders Clinical Fellow” olarak çalıştı.

Türkiye’ye dönüşünde Çukurova Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı'nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı ve Demiyelinizan Hastalıklar, Hareket Bozuklukları ve Botulinum Toksin tedavisi polikliniklerini kuran Demirkıran, 2002’de doçent, 2007’de profesör unvanını aldı. Multipl Skleroz ve diğer Demiyelinizan hastalıklar, Parkinson ve  Hareket Bozuklukları alanlarında ulusal ve uluslararası çalışma gruplarında yer almaktadır. Ayrıca Türk Nöroloji Derneği, Movement Disorders Society  üyesi olup Çukurova Nörolojik Bilimler derneği başkanıdır.

Halen kendi özel kliniğinde hastalarına hizmet sunmaktadır.

Faydalı Bilgiler

Parkinson Önlenebilir Mi?
Aslında bu hastalığın kökten, yüzde yüz önlenmesini sağlayacak sihirli bir yöntem henüz bulunmuş değil. Ancak son yıllarda yapılan pek çok araştırma, yaşam tarzımızda yapacağımız bazı değişiklikler sayesinde Parkinson olma riskimizi belirgin şekilde azaltabileceğimizi gösteriyor. Egzersizden beslenmeye, stresten uykumuza kadar pek çok faktörün, bu hastalığa karşı "koruyucu kalkan" etkisi oluşturabileceğine dair ipuçları mevcut. Parkinson Hastalığının Sebebi Nedir? Parkinson, beynimizdeki dopamin üreten hücrelerin giderek azalmasıyla bağlantılı, hareket ve denge üzerinde etkili bir nörolojik hastalık olarak tanımlanabilir. Günlük hayatımızın her anında ihtiyacımız olan kas kontrolü, yürüyüş dengesi ve hatta yüz ifadelerimiz, dopamin adı verilen bu önemli sinir kimyasalına bağlıdır. Dopamin seviyeleri düştüğünde, titreme (tremor), hareketlerde yavaşlama, kas sertliği ve denge sorunları gibi belirtiler görülür. Bazı kişilerde hastalığın ilk işaretleri, uykusuzluk, koku duyusunda azalma veya depresyon gibi çok daha sinsi bulgular da olabilir. Her ne kadar kesin bir korunma yöntemi olmasa da beynin kendini koruma kapasitesi oldukça yüksek. Zaman içinde edindiğimiz alışkanlıklar, bu kapasiteyi olumlu veya olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu nedenle özellikle orta yaşlardan başlayarak, hatta mümkünse çok daha erken dönemlerden itibaren sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, Parkinson riskimizi ciddi ölçüde aşağı çekebilir. Egzersiz Etkili midir? Hepimiz biliyoruz ki hareket etmek sağlığımız için olmazsa olmaz. Ancak konu Parkinson gibi nörolojik hastalıklara gelince, egzersizin önemi bir kat daha artıyor. Bilimsel çalışmalara göre düzenli yapılan fiziksel aktiviteler; beynin yeni bağlantılar kurmasına, hasarlı alanların kısmen de olsa onarılmasına ve dopamin üreten sinir hücrelerinin daha iyi korunmasına destek olabiliyor. Örneğin haftada birkaç saat bisiklete binmek veya sadece tempolu yürüyüş yapmak bile beyin sağlığımız için büyük kazanç sağlayabilir. Burada süre ve tempo elbette önemli, ancak en kritik nokta istikrar. Kısa bir örnekle açıklarsak: sürekli su akıtan bir musluğun altındaki bitkinin daha uzun süre canlı kalması gibi, beynimize düzenli olarak "hareket"le sağlanan kan akışı ve oksijen, nörodejenerasyon riskini azaltıyor. Tabii ki herkesin koşu bandında saatler geçirmesine de gerek yok. Yüzme, yoga, tai chi ya da dans dersleri gibi seçenekler de beynimizde aynı tür "koruyucu" etkiyi yaratabilir. Özellikle denge ve koordinasyon gerektiren faaliyetler, hem zihinsel hem de bedensel açıdan çift taraflı fayda sunar. Beslenmenin Rolü Nedir? Bir düşünün: Arabanın deposuna nasıl yakıt koyarsak performansı etkileniyorsa, beynimizin de "yakıtı" yediklerimizdir. Parkinson riskini azaltmaya yönelik önerilerde genellikle Akdeniz tipi beslenme düzeni ön plana çıkar. Bu beslenme tarzı; taze sebze ve meyvelerin, tam tahılların, zeytinyağı gibi sağlıklı yağ kaynaklarının, kuru yemişlerin ve özellikle balık gibi omega-3 zengini ürünlerin bolca tüketilmesini içerir. Omega-3 yağ asitleri, beyin hücre zarının yapısında büyük önem taşır ve hücreleri dış etkenlerden korumaya yardımcı olabilir. Aynı şekilde yeterli miktarda vitamin D, C, E ve B vitaminleri almak da beyin sağlığımızı destekler. Antiinflamatuvar (iltihap önleyici) etkiye sahip bu besin öğeleri, serbest radikallerle mücadele ederek dopamin üreten hücrelerin yıpranmasını yavaşlatmaya katkı sağlayabilir. Öte yandan kahve ve çay gibi kafein içeren içeceklerin Parkinson'a karşı belli oranda koruyucu etki gösterdiğini iddia eden çalışmalar da mevcut. Ancak bu sınırsız kafein tüketmek anlamına gelmiyor; her şey gibi kahveyi de ölçülü tüketmekte fayda var. Toksinlerden Uzak Durmak Beynimiz her ne kadar dirençli bir yapı sergilese de bazı kimyasallarla karşılaştığında ciddi zorluklar yaşar. Özellikle tarım ilaçları (pestisitler), ağır metaller veya endüstriyel çözücüler gibi maddelerin uzun süreli ve yüksek dozda maruziyeti, Parkinson riskini artırabiliyor. Bu kimyasallar, serbest radikal üretimini tetikleyip, dopamin üreten hücrelere hasar verebiliyor. Bu nedenle özellikle tarım yapılan bölgelerde yaşayanların kişisel koruyucu ekipman kullanarak bu maddelerle temastan kaçınması veya organik ürünleri tercih etmesi öneriliyor. Evinizde eski tip boyalar, solvent bazlı temizlik maddeleri veya kimyasal bazlı böcek ilaçları kullanıyorsanız, talimatları dikkatle uygulamanız ve mümkün oldukça havalandırmaya özen göstermeniz de önemli adımlar arasında. Stres ve Uyku: İkiz Güçler Stres, vücudumuzda "gizli ateş" gibi sürekli yandığında, beyni adeta yıpratıcı bir fırtınanın içine sokar. Yüksek kortizol seviyeleri, uzamış enflamasyon ve sinir hücrelerinde artan hassasiyet, uzun vadede Parkinson riskini tetikleyebilecek faktörler arasında sayılabilir. Bazı araştırmalar, kronik stresin dopamin üreten hücreleri daha savunmasız hale getirdiğini gösteriyor. Uykunun ise beyin sağlığı için en doğal "onarım" mekanizmalarından biri olduğu biliniyor. Uykuda beynimiz adeta temizlik ekibi gibi çalışıyor, hasarlı proteinleri temizliyor ve yeni hücresel onarımlara fırsat veriyor. Uykusuzluk veya kalitesiz uyku, beyindeki bu tamir sürecini aksatarak Parkinson dahil pek çok nörolojik hastalığın riskini artırabilir. Bu nedenle düzenli bir uyku rutini ve stres yönetimi teknikleri (örneğin meditasyon, nefes egzersizleri veya hobi edinmek) beyin sağlığını korumada önemli müttefiklerdir. Zihin Oyunları ve Beyin Egzersizi Beynimizin spor salonu fiziksel aktivitelerle sınırlı kalmıyor. Farklı zihin egzersizleri de parkinsonizm riskine karşı olumlu etkiler sağlayabilir. Tıpkı kaslarımızı farklı tür antrenmanlarla güçlendirmek gibi, zeka oyunları, bulmacalar, sudoku, satranç ya da yeni bir dil öğrenme girişimi, beynimizdeki çeşitli bölgeleri harekete geçirir. Böylece beynimizde yeni sinir bağlantıları kurulur, mevcut bağlantılar güçlenir ve potansiyel bir hasar durumunda "yedek ağlar" devreye girebilir. Bu beyin rezervi veya bilişsel rezerv olarak adlandırılır ve Parkinson gibi hastalıkların belirti verme sürecini geciktirebilir ya da semptomların daha hafif seyretmesine katkı sağlayabilir. Geleceğin Tedavilerinden Umut Var Her ne kadar bugün için kesin bir korunma formülü veremesek de bilim hızla ilerliyor. Araştırmacılar, Parkinson'a yol açan protein birikimlerini (örneğin alfa-sinüklein) durdurmayı veya tersine çevirmeyi hedefleyen aşılar, ilaçlar ve gen tedavileri üzerinde çalışıyor. Bazı yeni bileşikler, dopamin üreten hücrelerin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlayabilecek potansiyele sahip. Ayrıca teknolojik gelişmeler de Parkinson riskinin daha erken saptanmasında yardımcı oluyor. Yeni geliştirilen taşınabilir cihazlar ve akıllı telefon uygulamaları, motor ve bilişsel belirtileri önceden tespit ederek bireylerin erken dönemden itibaren yaşam tarzı düzenlemesi yapmalarını sağlayabilir. Gelecekte bu tür araçların yaygınlaşmasıyla, belki de hastalığın ciddi belirtilerini görmeden müdahalede bulunmak mümkün olabilecek.
Devamı

Sorular – Cevaplar

MS hastalığı (Multiple Skleroz), beyin ve omurilikteki sinir liflerini çevreleyen miyelin kılıfının bağışıklık sistemi tarafından hasar görmesiyle ortaya çıkan kronik bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Hasar, sinirler arasındaki iletişimi bozarak kas güçsüzlüğü, denge kaybı, görme problemleri, uyuşma ve yorgunluk gibi belirtilere yol açar. Genellikle 20-40 yaş arası genç erişkinlerde ortaya çıkar ve kadınlarda daha sık görülür. Kesin nedeni bilinmemekle birlikte, genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülür.

Multiple Skleroz (MS) hastalığı, merkezi sinir sisteminde ortaya çıkan bir hastalıktır ve her bireyde farklı belirtiler gösterebilir. Sinirlerin zarar gördüğü bu hastalıkta, semptomlar kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. MS hastalığının dört ana tipi vardır ve bu tipler hastalığın seyrini belirler. MS Hastalığının türleri aşağıdaki gibidir.

MS (Multiple Skleroz) hastalığı belirtileri, sinirlerdeki hasar seviyesine ve etkilenen sinir yollarına bağlı olarak kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Belirtiler genellikle ataklar halinde ortaya çıkar ve zamanla kötüleşebilir.

MS hastalığı yaygın belirtileri arasında şunlar yer alır:

  • Görme bozuklukları,
  • Kas güçsüzlüğü veya felç,
  • Ellerde, ayaklarda veya vücudun diğer bölgelerinde uyuşma veya karıncalanma,
  • Denge kaybı ve koordinasyon problemleri,
  • Yorgunluk ve halsizlik,
  • İdrar veya bağırsak kontrolünde zorluk,
  • Bilişsel problemler (unutkanlık, odaklanma güçlüğü),
  • Konuşma güçlüğü,
  • Baş dönmesi ve dengesizlik hissi,
  • Depresyon veya duygu durum değişiklikleri.